Yazar: Altar Ömer ARPACI*
Yaklaşım / Mayıs 2022 / Sayı: 353
I- GİRİŞ
Devletin kamu görevlerini ve hizmetlerini yerine getirmesi için kişilerden rızalarına bakılmaksızın ve karşılık aranmaksızın cebri olarak aldığı bir kamu geliri olan vergi, devletlerce çeşitli kriterlere göre alınmaktadır..Bu kriterlerin en başta geleni ve çeşitli devletler tarafından yaygın bir şekilde uygulananı verginin gelir, servet ve harcama üzerinden alınması kriteridir.
Gelir üzerinden alınan vergi ise kişilerin gerçek veya tüzel kişi ya da kurum olmasına göre gelir vergisi veya kurumlar vergisi adını almaktadır.
Türk vergi sisteminde ise gelir vergisi yedi gelir unsuru üzerinden alınmakta olup, bu gelir unsurları gerçek kişiler tarafından elde edildiğinde ayrı ayrı isim almakta ve toplam olarak bu unsurların hepsi, kişinin gelirini oluşturmakta, tüzel kişiler veya kurumlar tarafından elde edildiklerinde ise hepsi birlikte kurum kazancını oluşturmaktadır.
Anılan yedi gelir unsuru 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’na göre, ticari kazanç, zirai kazanç, ücretler, serbest meslek kazancı, gayrimenkul sermaye iratları, menkul sermaye iratları ve diğer kazanç ve iratlar olarak sınıflandırılmış olup, her birinin elde edilmesi ayrı ayrı kriterlere bağlanmıştır. Konumuzu ilgilendirenleri itibariyle bu gelir unsurlarından ticari ve zirai kazançlar ile tüm gelir unsurlarından oluşan ve tüzel kişiler ya da, kurumlar tarafından elde edilen kurum kazancında elde etme kriteri tahakkuk esasına bağlanmıştır.
Bu esasa göre ticari veya zirai muamele ile ilgili işlemler eksiksiz olarak tekemmül ettiğinde kazanç elde edilmiş sayılmakta, ayrıca karşılığın tahsil edilmesi beklenilmemektedir. Ticari ve zirai kazanç ile kurum kazancında çok kısa zaman dilimi içerisinde çok çeşitli işlemlerin yapılması nedeniyle bu işlemler karşılığında tahsilatı ayrı ayrı takip etmenin güçlüğü anılan gelir türlerinde elde etmenin tahakkuk esasına bağlanmasını zorunlu kılmaktadır.
Kanun koyucu ticari ve zirai kazanç ile kurum kazacında elde etmeyi tahakkuk esasına bağlamış ancak, belli şartlar altında işlemin karşılığını teşkil eden bedelin tahsil edilemeyeceğinin kesinleşmesi veya böyle bir ihtimalin ortaya çıkması durumunda daha Önce hasılat olarak kayıtlara intikal ettirilen fakat nihai anlamda gelir olarak doğmayan bu tutarın, doğrudan ya da karşılık ayırarak zarara intikal ettirilmesi suretiyle de vergi adaleti sağlamıştır.
Bu düzenlemelerden biri, işlemin karşılığını teşkil eden bedelin tahsil edilemeyeceği ihtimalinin ortaya çıkması üzerine, daha önce hasılat olarak kayıtlara intikal ettirilmiş tutarın karşılık ayırmak suretiyle zarara aktarılmasını sağlayan “şüpheli alacak müessesesi”dir. Bu makalemizde 7338 Sayılı Kanun ile yapılan değişiklikler sonrası şüpheli alacak müessesesinin genel esasları belirtildikten sonra, kamudan olan alacakların şüphelilik durumu anlatılmaya çalışılacaktır.
II- ŞÜPHELİ ALACAK MÜESSESESİNİN GENEL ESASLARI
A- YASAL DÜZENLEME
213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun amortismanlar başlıklı üçüncü kısmının “Alacaklarda Amortismanlar” başlıklı bölümünde düzenlenen şüpheli alacaklar, doğrudan gider kaydedilebilen değersiz alacaklardan farklı olarak, karşılık ayrılmak suretiyle giderleştirilebilmektedir. Şüpheli alacak müessesesi ile ilgili yasal düzenleme Vergi Usul Kanunu’nun 323. maddesinde yer almakta olup, söz konusu maddede; “Ticari ve zirai kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi ile ilgili olmak şartıyla;
1…