Yazar: Altar Ömer ARPACI*
I-
GİRİŞ
İşletmelerle doğrudan ilgili olan
işletme sahip veya ortaklarının yanı sıra o işletme ile ticari, mali ve
ekonomik ilişkiler kuran işletmeler veya toplum bireyleri, kredi, finans ve
yatırım kuruluşları ile çeşitli kamu kurum ve kuruluşları işletmenin faaliyet
sonuçları ile ilgilenmekte ve bu konuda sağlıklı ve güvenilir bilgi sahibi
olmak istemektedirler. İşletmelerin faaliyet ve sonuçları konusunda bilgi
kaynağı ise işletmenin muhasebe kayıt ve belgeleri ile bunlara dayanılarak hazırlanmış
mali tablolardır. Bir işletmenin faaliyeti neticesinde kâr veya zarar söz
konusudur. İşletmelerin kâr ya da zararının belirlenebilmesi için işletme ömrünün
sona ermesini beklemek ise anlamsızdır. Bu nedenle işletmenin ömrü dönemlere
ayrılır. İşletmelerin faaliyette
bulunduğu alanda elde etmiş olduğu dönemsel sonucun (elde edilen kâr veya
zarar) belirli zaman aralıklarıyla tespiti gereği hem işletme yönetimi için hem
de genel anlamda kamu açısından vazgeçilmez bir ihtiyaçtır. Devletin dönem
sonucunu bilmek istemesinin sebebi ise işletme öz sermayesinde meydana gelen
artıştan (kârdan) payına düşeni almak istemesidir. Bu nedenle Devlet,
işletmelerin kazançlarını nasıl tespit edeceklerini, tespit edilen bu
kazançlarını ne zaman ve ne şekilde beyan edeceklerini belirlemiştir. 213
sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 19. maddesinde, vergi alacağının doğumunu vergiyi
doğuran olayın vukuu veya hukuki durumun tekemmülüne bağlanmıştır. 193 sayılı
Gelir Vergisi Kanunu’nun 1. maddesine göre gelir bir gerçek kişinin bir takvim
yılı içinde elde ettiği kazanç ve iratların safi tutarıdır. Gelir vergisi
uygulamasında elde etme vergiyi doğuran olaydır. Gelirin elde edilme esası
Gelir Vergisi Kanunu’nun 2. maddesindeki kaynaklara göre değişmektedir. “Elde Etme” esası, kazanç türlerine
göre aşağıdaki gibidir:
1- Ticari
ve Zirai Kazançlarda “Tahakkuk Esası”,
2- Serbest
Meslek Kazançları ile Gayrimenkul Sermaye İratlarında “Tahsil Esası”,
3- Ücret
ve Menkul Sermaye İratlarında “Hukuki ve Ekonomik Tasarruf Esası”.
5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 6. maddesine göre ise kurumlar vergisi, mükelleflerin bir hesap dönemi içinde elde ettikleri safi kurum kazancı üzerinden hesaplanır. Genel olarak safi kurum kazancı ise Gelir Vergisi Kanunu’nun ticari kazanç hükümlerine göre tespit olunur. Yani kurumların elde ettikleri kazanç ve iratlar nereden kaynaklanırsa kaynaklansın (ticari-zirai-serbest meslek kazançları, ücret, gayrimenkul-menkul sermaye iratları veya diğer kazanç ve iratlar) her gelir unsuru ayrı ayrı değil hepsi bir bütün olarak dikkate alınır ve kazanç tutarının hesabında Kurumlar Vergisi Kanunu ile Gelir Vergisi Kanunu’nun ticari kazanç hakkındaki hükümleri uygulanır.
Gelir Vergisi Kanunu’na göre ticari
kazancın tespiti gerçek ve basit usulde olmak üzere iki şekilde gerçekleştirilmektedir.
Gerçek usulde ticari kazanç ise bilanço esasına veya işletme hesabı esasına
göre iki şekilde tespit edilebilmektedir. Gelir Vergisi Kanunu’nun 38. maddesi
bilanço esasına göre, 39. maddesi de işletme hesabı esasına göre kazancın
tespitini düzenlemiştir.
Bilanço esasına göre ticari kazanç teşebbüsteki
öz sermayenin hesap dönemi sonunda ve başındaki değerleri arasındaki olumlu
farktan oluşmaktadır. Ticari kazancın bu suretle tespit edilmesi sırasında
Vergi Usul Kanunu’nun değerlemeye ait hükümleri ile Gelir Vergisi Kanunu’nun “İndirilecek Giderler” başlıklı 40.
maddesi ile “Gider Kabul Edilmeyen Ödemeler”
başlıklı 41. maddesi hükümlerine uyulur.
İşletme hesabı esasına göre ticari kazanç ise bir hesap dönemi içinde elde edilen hasılat ile giderler arasındaki müspet farktır. Elde edilen hasılat; tahsil olunan paralarla tahakkuk eden alacakları, giderler i…