E-Yaklaşım / Aralık 2024 / Sayı: 384
I- GİRİŞ
Hepimizin bildiği gibi, hayatın öğrettiği bir gerçek var ki, hemen hemen her ülkede iyiler kadar kötüler de vardır. Ne kadar iyi niyetli, akıllı, aydın, güya uyanık ve zeki geçinilirse geçinilsin, insanoğlunun zaman zaman aldatılması, kandırılması, bazen de iyi niyetli olarak yanılması, yanıltılması veya kendini böyle hissetmesi her zaman için mümkün bulunmaktadır.
Diğer taraftan, yine bilindiği gibi; “Hukuk” herkes için gerekli olan çok değerli bir olgudur. Hukuku sevmek, gereken değeri vermek için hukukçu olmaya gerek bulunmamaktadır. Bir eylemin/işlemin/tasarrufun kanuni olması ile hukuki olması arasında çok önemli farklar olabilmektedir. Maalesef zamanımızda, “hukuk güçlülerden daha çok güçsüzler için gereklidir” kanaati hakim bulunmakta olup bu kanaat, sorgulanması gereken toplumsal sonuçların başlarında gelmektedir.
Demeye çalışıyorum ki, elimizde olmayan, hiçbir kasıt veya kusurumuzun olmadığı, denetim mekanizmalarının doğru çalışmadığı, eğitim, ekonomi, adalet vb. gibi hayatın temel taşı olan olguların çağın şartlarına uygun olarak hayata geçirilip geçirilmediği, bunları hayata geçirmekle görevli olan kişilerin görevlerini layığı ile yapıp yapmadıklarının tartışılabilir olduğu bazı durumlar sonucunda; menkul, gayrimenkul vb. gibi maddi veya itibar, prestij, zaman, stres, psikolojik sıkıntıdan kaynaklanan sağlık sorunları vb. gibi manevi bir ceza/bedel ödemekle karşı karşıya kalındığında, hukukun muhataba/mağdura yetişmesi, telafi edici yaklaşımların gündeme getirilmesi beklenir, uygun olan da budur.
Çerçevesini çizmeye çalıştığımız konu; tekemmül ettirdiği işlemlerde hiçbir kasıt veya kusuru olmadan hatalı işlem yapmış konumuna düşen, sosyal güvenlik uygulamaları kapsamında, SGK dan yaşlılık aylığı almaya devam etmekte olan bir kişiyi sosyal güvenlik destek prim kapsamında çalıştıran ve bu sigortalıya ait bütün bildirimleri yanlış belgeler ile yapan, ödemesi gereken sigorta primlerini doğru olan yüksek orandan değil de alt orandan ödeyen dolayısıyla; yanlış bildirimler için idari para cezası tahakkuk ettirilmesi, yüksek tutardan ödenen sigorta prim tutarı ile alt tutardan ödenen sigorta prim tutarı arasındaki fark prim tutarlarının da gecikme cezası ve gecikme zammı ile tahsil edilmesi durumu ile karşı karşıya kalan bir işverenin, kanuni müeyyidelerden muaf tutulup tutulamayacağı tartışmasından oluşmaktadır.
Yaklaşım ve değerlendirmelerimiz, mümkün olabildiği kadar teknik ifadelerden kaçınılarak, kolay anlaşılabilir sade bir dil ile açıklanmaya çalışılacaktır.
II-TEMEL MEVZUAT HÜKÜMLERİ
Ülkemizde çalışan, çalışmayan herkes Devletimizce sosyal güvenlik kapsamı içine alınmış olup uygulamalar, Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu([1]) kapsamında yapılmaktadır.
Genel ve kolay anlaşılabilir şekliyle, ülkemizde sosyal güvenlik kapsamı dışında, sigortalı olmadan herhangi bir işte çalışmak, hizmet üretmek veya iş sahibi olmak mümkün bulunmamaktadır.
İşyerlerinde, kendisi dışındaki bir kişinin emeğinden, hizmet akdi unsurlarının mevcut olduğu bir ilişki içinde yararlanan işverenlerin 5510 sayılı Kanun kapsamındaki mükellefiyetleri, bu kişiyi/sigortalıyı çalıştırmaları ile başlamakta olup, bir sigortalı çalıştırılabilmenin olmazsa olmaz temel şartı çalışılabilecek, kanuni şartları haiz, bir işyerinin olması gerekliliğidir, ki sigortalı çalıştırılabilsin.
Hizmet akdine tabi bir sigortalının çalıştırılabilmesi için öncelikli temel şart; işin görüldüğü iş yerinin “İşyeri Bildirgesi” ile; hizmet akdine tabi olarak çalıştırılacak kişinin “Sigorta İşe Giriş Bildirgesi” ile bildirimlerinin yapılarak sosyal güvenlik kayıtları nezdinde tescil edilmiş olması gerekmektedir.
Ülkemizde, emeğini bir işverenin emrine tahsis eden kişinin çalışmalarından kaynaklanan hakları 4857 sayılı İş Kanunu([2]) ile düzenlenmiş olup, hizmet akdine tabi olarak bir işveren emrinde çalışanlar İş Kanunu kapsamında “işçi” olarak tanımlanmaktayken, 5510 sayılı Kanun kapsamında “sigortalı” olarak tanımlanmaktadır.