Kamu Politikalarına Davranışsal Perspektiften Yaklaşım ve Vergisel İşlemlere Olan Yansımaları

[responsivevoice_button voice="Turkish Male" buttontext="Makaleyi Sesli Dinle"]

Yazar: Fatih YEGİN*

Yaklaşım / Nisan 2022 / Sayı: 352

I- GİRİŞ

Günümüzde ekonomi tahminlerinde ve yorumlarında mikrodan makroya, kişilerden topluma kadar davranışsal ekonomi analizleri göz önüne alınacak temel unsurlardan biri haline gelmiştir. Artık insan davranışı, sosyal psikoloji ve sosyoloji alanlarında iktisadi deney, test ve analizler yer almaktadır. Kamu politikalarının başarısı da varsayımsal olmayan gerçek bireylerin davranış ve tercihlerinin anlaşılması ile ilişkili olmaktadır. Dünya genelinde en az 202 kamu kuruluşu politikalarında davranışsal yaklaşım teorilerine başvurduğu tespit edilmiştir. Uluslararası örnekleriyle eş zamanlı olarak ülkemizde de davranışsal kamu politikaları her geçen gün daha tercih edilir hale gelmektedir. Buradan hareketle çalışmamızda; kamu politikalarına davranışsal yaklaşımlar nasıl entegre edilebilir; ne tür uygulama örnekleri bulunmakta ve ne ölçüde verim sağlanmakta sorularının cevaplandırılması amaçlanmaktadır. Bu yolla davranışsal kamu politikalarının vergisel işlemler üzerindeki gerekliliği ve önemi üzerine değerlendirilmeler yapılmaktadır.

Geleneksel iktisat, insanların riskten kaçınma ve beklenen faydalarını maksimize etme davranışı sergilediklerini varsayar. Bireyler, bekledikleri fayda ya da getiri yeterli ise risk almayı tercih etmezler. Aynı zamanda kişilerin söz konusu riskten kaçınma düzeylerinin birbirleriyle tutarlı olduğu varsayılır. İktisat ve Finans alanında yapılan çalışmalardan da anlaşıldığı gibi, geniş bir şekilde kabul gören ve temel olarak alınan varsayım, bireylerin inançlarının, yargılarının ve verdikleri kararların tamamen rasyonel olarak şekillendiği yönündedir. Bu varsayım altında, finansal piyasalardaki aktörlerin, gelecekteki olaylar ile ilgili tamamen önyargısız olarak öngörüler ortaya koymaları ve bu tahminleri kendi çıkarlarına en uygun şekilde kullanmaları beklenir(1).

Geleneksel iktisada yöneltilen eleştiriler ve bu disiplinin piyasalarda gözlenen bir takım problemlerin açıklanmasında ve çözümünde yetersiz kalması, “davranışsal iktisat” olarak adlandırılan yeni bir disiplinin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Davranışsal iktisat, rasyonel insan varsayımını eleştirel bir bakış açısıyla ele almaktadır. Davranışsal iktisat, psikolojik faktörlerin finansal karar vermeyi nasıl etkilediğini araştıran çalışmalar olarak tanımlanmaktadır. Bir başka tanıma göre ise davranışsal iktisat, psikolojinin, finansal kararları, işletmeleri ve piyasaları nasıl ve ne derece etkilediğini araştırmaktadır(2).

Kimi çalışmalarda tarihinin, 1800 ve 1900’lü yıllara kadar uzandığı belirtilen davranışsal iktisat alanı özellikle 1990’lı yıllarla beraber çok sayıda akademik dergide, iş dünyası dergilerinde ve gazetelerde boy göstermeye başlamıştır. Davranışsal iktisat alanının gerçek dünyaya daha uygun ve gerçekçi varsayımları bu disiplinin her geçen gün daha fazla ilgi çekmesine neden olmuştur. 2002 yılında Daniel Kahneman, Amos Tversky ile birlikte yürüttüğü ekonomi alanındaki rasyonalite çalışmalarından dolayı, Ekonomi Bilimleri Nobel Ödülü’nü kazanması finans çevrelerinde, davranışsal iktisat alanının tanınması ve güçlendirilmesi olarak algılanmıştır(3).

II- BİREY DAVRANIŞLARINI ETKİLEYEN PSİKOLOJİK FAKTÖRLER

Davranışsal iktisat yaklaşımına göre insanlar normaldir, bu normallik; insanların bazı bilişsel (cognitive) yanlılıkları olduğunu, duyguların ve ruh halinin insan davranışını etkilediğini, bu nedenle de insanların teoride öngörüldüğü gibi daima optimum tercihleri yapamayacaklarını, insanların genellikle faydalarını maksimize eden değil -en iyi ihtimalle- kendilerini tatmin edecek tercihleri yaptıklarını anlatır(4). Piyasalar etkin ve yatırımcılar rasyonel olmalarına rağmen düzenli aralıklarla piyasa balonları patlamakta ve finansal krizler ile karşı karşıya kalınmaktadır. 2000’li yılların başında görülen internet temelli firmalardan kaynaklanan “dot.com” krizi ve 2008 yılında emlak piyasasından kaynaklanan “Mortgage” krizi bu durumun yalnızca iki örneğini oluşturmaktadır.

Bu alanda başarılı çalışmalarıyla 2017 yılında Nobel ödülü alan Thaler, bireylerin optimum tercihleri yapmalarını engelleyen gerekçeleri sıralamıştır. Thaler’e göre, bireyler karar alma süreçlerinde çoğu zaman demirleme (anchoring), ulaşılabilirlik (availability), temsiliyet (representativeness), iyimserlik ve kendine aşırı güven (optimisim and over confidence), kayıp karşıtlığı (loss aversion), mevcut durum önyargısı (status quo bias), çerçeveleme (framing), tutku (temptation), zihinsel muhasebe (mental accounting), başkalarının yaptığını yapma (doing what others do),  spot ışığı etkisi (the spotlight effect) gibi bilişsel mekanizmaların etkisinde kalmaktadırlar(5).

Görüntülenme Sayısı