Yazar: Fatih YEGİN*
I-
GİRİŞ
Günümüzde ekonomi tahminlerinde ve
yorumlarında mikrodan makroya, kişilerden topluma kadar davranışsal ekonomi
analizleri göz önüne alınacak temel unsurlardan biri haline gelmiştir. Artık
insan davranışı, sosyal psikoloji ve sosyoloji alanlarında iktisadi deney, test
ve analizler yer almaktadır. Kamu politikalarının başarısı da varsayımsal olmayan
gerçek bireylerin davranış ve tercihlerinin anlaşılması ile ilişkili
olmaktadır. Dünya genelinde en az 202 kamu kuruluşu politikalarında davranışsal
yaklaşım teorilerine başvurduğu tespit edilmiştir. Uluslararası örnekleriyle eş
zamanlı olarak ülkemizde de davranışsal kamu politikaları her geçen gün daha
tercih edilir hale gelmektedir. Buradan hareketle çalışmamızda; kamu
politikalarına davranışsal yaklaşımlar nasıl entegre edilebilir; ne tür
uygulama örnekleri bulunmakta ve ne ölçüde verim sağlanmakta sorularının
cevaplandırılması amaçlanmaktadır. Bu yolla davranışsal kamu politikalarının
vergisel işlemler üzerindeki gerekliliği ve önemi üzerine değerlendirilmeler
yapılmaktadır.
Geleneksel iktisat, insanların riskten
kaçınma ve beklenen faydalarını maksimize etme davranışı sergilediklerini
varsayar. Bireyler, bekledikleri fayda ya da getiri yeterli ise risk almayı
tercih etmezler. Aynı zamanda kişilerin söz konusu riskten kaçınma düzeylerinin
birbirleriyle tutarlı olduğu varsayılır. İktisat ve Finans alanında yapılan
çalışmalardan da anlaşıldığı gibi, geniş bir şekilde kabul gören ve temel
olarak alınan varsayım, bireylerin inançlarının, yargılarının ve verdikleri
kararların tamamen rasyonel olarak şekillendiği yönündedir. Bu varsayım
altında, finansal piyasalardaki aktörlerin, gelecekteki olaylar ile ilgili tamamen
önyargısız olarak öngörüler ortaya koymaları ve bu tahminleri kendi çıkarlarına
en uygun şekilde kullanmaları beklenir(1).
Geleneksel iktisada yöneltilen eleştiriler ve bu disiplinin piyasalarda gözlenen bir takım problemlerin açıklanmasında ve çözümünde yetersiz kalması, “davranışsal iktisat” olarak adlandırılan yeni bir disiplinin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Davranışsal iktisat, rasyonel insan varsayımını eleştirel bir bakış açısıyla ele almaktadır. Davranışsal iktisat, psikolojik faktörlerin finansal karar vermeyi nasıl etkilediğini araştıran çalışmalar olarak tanımlanmaktadır. Bir başka tanıma göre ise davranışsal iktisat, psikolojinin, finansal kararları, işletmeleri ve piyasaları nasıl ve ne derece etkilediğini araştırmaktadır(2).
Kimi çalışmalarda tarihinin, 1800 ve
1900’lü yıllara kadar uzandığı belirtilen davranışsal iktisat alanı özellikle
1990’lı yıllarla beraber çok sayıda akademik dergide, iş dünyası dergilerinde
ve gazetelerde boy göstermeye başlamıştır. Davranışsal iktisat alanının gerçek
dünyaya daha uygun ve gerçekçi varsayımları bu disiplinin her geçen gün daha
fazla ilgi çekmesine neden olmuştur. 2002 yılında Daniel Kahneman, Amos Tversky
ile birlikte yürüttüğü ekonomi alanındaki rasyonalite çalışmalarından dolayı,
Ekonomi Bilimleri Nobel Ödülü’nü kazanması finans çevrelerinde, davranışsal
iktisat alanının tanınması ve güçlendirilmesi olarak algılanmıştır(3).
II- BİREY DAVRANIŞLARINI ETKİLEYEN
PSİKOLOJİK FAKTÖRLER
Davranışsal iktisat yaklaşımına göre
insanlar normaldir, bu normallik; insanların bazı bilişsel (cognitive) yanlılıkları
olduğunu, duyguların ve ruh halinin insan davranışını etkilediğini, bu nedenle
de insanların teoride öngörüldüğü gibi daima optimum tercihleri yapamayacaklarını,
insanların genellikle faydalarını maksimize eden değil -en iyi ihtimalle- kendilerini tatmin edecek tercihleri
yaptıklarını anlatır(4). Piyasalar etkin ve yatırımcılar rasyonel olmalarına
rağmen düzenli aralıklarla piyasa balonları patlamakta ve finansal krizler ile
karşı karşıya kalınmaktadır. 2000’li yılların başında görülen internet temelli
firmalardan kaynaklanan “dot.com”
krizi ve 2008 yılında emlak piyasasından kaynaklanan “Mortgage” krizi bu durumun yalnızca iki örneğini oluşturmaktadır.
Bu alanda başarılı
çalışmalarıyla 2017 yılında Nobel ödülü alan Thaler, bireylerin optimum tercihleri yapmalarını engelleyen gerekçeleri
sıralamıştır. Thaler’e göre, bireyler karar alma süreçlerinde çoğu zaman
demirleme (anchoring), ulaşılabilirlik (availability), temsiliyet (representativeness),
iyimserlik ve kendine aşırı güven (optimisim and over confidence), kayıp
karşıtlığı (loss aversion), mevcut durum önyargısı (status quo bias), çerçeveleme
(framing), tutku (temptation), zihinsel muhasebe (mental accounting), başkalarının
yaptığını yapma (doing what others do),
spot ışığı etkisi (the spotlight effect) gibi bilişsel mekanizmaların
etkisinde kalmaktadırlar(5).