Tapuda Yer Alan Satış Bedelinin Taşınmaza Ait Gerçek Değerin Altında Olması Hileli Davranışa Kanıt Teşkil Eder mi?

[responsivevoice_button voice="Turkish Male" buttontext="Makaleyi Sesli Dinle"]

Yazar: Ertan AYDOĞAN*

E-Yaklaşım / Ekim 2023 / Sayı: 370

I- GİRİŞ

Mevcut hukukumuz açısından kişilerin irade özgürlüğüne sahip olduklarını ve ancak kendi özgür iradeleriyle hak sahibi olabilmelerini ve borç altına girebilmelerini temel bir ilke olarak benimsemiştir. Bu kapsamda tapu işlemlerinde alıcı ve satıcı arasında belirlenen gerçek satış değeri bildirilmesi gerekirken vergiden kaçınma, harcı daha az ödeme veya hileli davranışta bulunma gibi nedenlerle satış bedelleri gerçek değerin daha altında yazılmaktadır. Mahkemeler nezdinde hileli davranışın tespiti ve işlemlerin iptali öne sürülürken bu durumun hilenin kanıtı olarak dikkat edilmesi gerekip gerekmediği hususu yazımız içerisinde değerlendirilecektir.

II- SÖZLEŞMENİN KURULMASINDA İRADE BOZUKLUĞU HALLERİ

Sözleşmenin geçerlilik şartlarından bir tanesi de taraflara ilişkin irade beyanlarının sıhhatli olmasıdır. Başka bir ifadeyle irade beyanlarının sakat olmamasıdır. İrade ile beyan arasında istenerek yaratılan uygunsuzluk halleri, muvazaa, zihni kayıt ve latife beyanıdır. İrade ile beyan arasında istenmeyerek meydana gelen uygunsuzluk halleri de yanılma, aldatma ve korkutmadır. Bir sözleşmede var olan irade sakatlığı, kural olarak iradesi sakat olan tarafa sözleşmeyi iptal etme hakkı vermektedir([1]).

İrade bozukluğu hâlleri mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda “Rızadaki fesat” başlığı altında “Hata”, “Hile” ve “İkrah” olarak 23 ila 31. maddeler arasında hükme bağlanmış iken, 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 30 ila 39. maddeleri arasında bu defa “Yanılma”, “Aldatma” ve “Korkutma” başlıkları altında düzenlenmiştir.

Yeni düzenlemede hata kavramı yerine “yanılma” kavramı tercih edilmiştir. Yanılmaya, bir konuda gerçeğe aykırı bir fikir sahibi olunması denilebilir. Yanılmada, irade ile irade beyanı arasındaki uygunsuzluk, iradesini açıklayan tarafın dikkatsizliğinden, yeteri kadar dikkat ve özen göstermemesinden doğmaktadır. İkinci tür yanılma hali ise, iradenin yanlış bir düşüncenin etkisiyle oluşması ve beyanın da bu düşünceye uygun olarak belirtilmesi durumunda ortaya çıkmaktadır. Bir kimsenin kendi araştırma ve değerlendirmelerini yeteri kadar iyi yapmamış olduğu durumlarda bunun sonuçlarını başkalarına yüklemesi haklı değildir. Ayrıca ahde vefa ilkesi gereği de her yanılmanın sözleşmenin iptali sonucunu doğurmaması gerekmektedir. Zaten 6098 sayılı Kanun madde 30’a göre: “Sözleşme kurulurken esaslı yanılmaya düşen taraf, sözleşme ile bağlı olmaz” denilerek yerinde bir düzenleme yapılmıştır. Madde metnine göre, her yanılgı sözleşmenin iptali için yeterli görülmemekte, sadece esaslı yanılgı hallerinde sözleşmenin iptali yoluna gidilebilmektedir. 6098 sayılı Kanunda hatanın ne zaman esaslı hata teşkil ettiği tüm durumlar açıkça yer almamakla birlikte, 6098 sayılı Kanun madde 31‘de esaslı yanılma hallerine, sözleşmenin niteliğinde hata, sözleşmenin konusunda hata, diğer tarafın şahsında hata ve edimin miktarında hata kastedilerek örnekleme yapılmıştır(

Görüntülenme Sayısı